Reklam İzlemek İçin Para Ödüyoruz

Net Neutrality – Şebeke Tarafsızlığına Alternatif Bakış:

İnternet aslında uzunca bir süredir elektrik, su, doğalgaz gibi bir “commodity” muamelesi görüyor. Kesintisine tahammülümüz yok. Hız olmazsa olmaz, kota ve adil kullanım noktası gibi limitler zaten büyük haksızlık. ISP’lerden sürekli şikayetçiyiz. “Commodity” olarak gördüğümüz bu teknolojinin milyar dolarlar seviyesindeki yatırımları, işletilmesi ve sürekli geliştirilmesi zorunluluğuyla ilgilenmiyoruz. Bizi, istediğimiz her yerden, HD kalitesinde ve kesintisiz video izleyebilmek daha çok ilgilendiriyor. Ya da fotoğraflarımızı paylaşıp mesajlaştığımız uygulamaların hızı. Doğrusu normal olan da böyle olması. Hızlı ve limitleri olmayan internete mümkün olduğunca az ödeyip uygulamaları da bedava kullanmak gibi çok temel bir hakkımız olduğuna yürekten inanıyoruz.

 

Amacım ISP’lere acındırmak değil elbette. Internet omurgasını yaşatan ve yönetenler, paket tarife rekabeti yapmanın yanında dünyada rağbet görecek uygulamalar, içerikler, servisler geliştiremedikleri sürece eriyen bir “commodity” sahibi olmaktan öte geçemeyecekler.

 

Genel durum buyken ABD’de şebeke tarafsızlığı (net neutrality) konusu yakın zamanda önemli bir tartışmayı beraberinde getirdi. “Şebeke tarafsızlığı”; özetle her verinin ISP tarafından eşit şekilde iletilmesi demek. Ancak geçen yıllar boyunca uygulama ve içeriklerin sayısı öyle arttı ki veri gereksinimleri çok farklılaştı. ABD’deki bazı ISP’ler çeşitli dosya paylaşım sitelerine erişimi engellerken anlaşma yaptıklarını hızlandırdılar. Daha sonra tartışmalar başladı.

 

Özetle bir kesim, “şebeke tarafsızlığı” olmazsa yeni internet markalarının çıkmayacağını savunurken diğer kesim, “şebeke tarafsızlığı” olursa altyapı yatırımlarının ve teknolojinin ilerlemeyeceğini savunmakta. Türkiye’de böyle bir kanun zaten yok. Ancak kanun olmasa da BTK bu konuda hassas davranıyor.

 

Gelelim konunun kullanıcı olarak bize yansıyan başka bir boyutuna:

Hepimizin yoğun olarak kullandığı video platformları, sosyal medya ağları, arama motorlarının temel gelir kaynakları reklamlar. Biz ise karşımıza çıkan ve kimi zaman izlemek zorunda bırakıldığımız reklamlardan dolayı farkında olmadan para ödüyoruz. Çünkü izlediğimiz her reklam kotamızdan önemli bir miktarı tüketiyor. Mobilde bu tüketimler daha kıymetli. Fotoğraf paylaşımı üzerine kurulu bir Sosyal Medya platformunda 60 saniyelik bir post 5 mb. internet tüketiyor. Ya da popüler bir video platformunda aynı süredeki 720p HD kalitede bir reklam 14,5 mb. kotamızdan yiyor. Bunların parasal karşılığı her operatörün tarifesine göre değişmekte.

 

Bu noktada şöyle bir yorum yapılabilir mi?

Bu internet markaları bize izlettiği reklamlardan gelir elde ediyor ve bunu yaparken aslında altyapı maliyeti olan kısmı da bizim kotamızdan düşürerek hallediyor. Yani izlediğimiz reklamdan dolayı aslında cebimizden para çıkıyor. Kendim için kullanabileceğim kotamı reklam izlemek için harcamak zorunda bırakılıyorum.

Bu durum ISP ile içerikçilerin aralarında çözmesi gereken bir konu değil mi?

Reklam geliri elde eden her içerik platformunun, farklı şirketlere ait de olsa, bu altyapıyı kullanıyor olmaktan dolayı çıkan maliyeti kullanıcıdan alması ne kadar doğru?

Atıştırmalık İçerik (Snackable Content)

Son dönemin daha çok konuşulması muhtemel terimlerinden biri Snackability. Cannes’da da epey bahsi geçmişti. Kavramı tanımlayan kelime –snackability- bile açıklamaya gerek olmadan ne demek istediği hakkında fikir veriyor.  Ancak kısa bir açıklamaya ihtiyaç duyarsak Ahmet Akın’ın şu izahı gayet öz:

“İçinde yaşadığımız çağda, uzun süreli zaman, dikkat ve emek isteyen bir yemek gibi olmak yerine bir “atıştırmalık” gibi olmak. Bir “atıştırmalık” kadar rahat ulaşılabilir olmak, tüketmesi keyifli ve paylaşılması kolay olmak.”*

Bunu yeni bir kavram olarak konuşuyor olsak dahi uygulamada aynı şeyi söyleyemeyiz. Twitter mwitter gibi platformlar zaten bunu yaparak hayatlarına başladılar. Twit başına 140 karakter. Şimdilerde günde 65 milyon tweet…

Televizyonlardan akıllı telefonlara, hatta arabalarımıza ve ileride beyaz eşyalarımıza kadar çevremizdeki her bir cihaz bizim için birer içerik toplayıcı/sunucu olagelmekte. Dolayısıyla üretilen çok sayıda içerik pek çok alternatif kanaldan hedef kitlesine ulaşmaya çalışıyor. Durum böyle olunca derinlemesine okumalar, detaylı araştırmalara rağbet azalıyor. Çok sayıda farklı kaynaktan kısa bilgilere ulaşmak daha cazip hale geliyor.

Peki atıştırmalık içerik nasıl olmalı? Etkili sunumların ustası Guy Kawasaki atıştırmalık içeriklere dair şu önerilerde bulunuyor**:

  • 8 Dakikalık videolar yerine en fazla 60-90 sn. uzunluğunda videolar daha izlenebilir ve etkilidir.
  • Infografikler kolay anlaşılır arayüzleri ile farklı hikayeleri veri kullanarak anlatmada etkilidir. Ses ve animasyon içerenleri daha tercih edilebilirdir.
  • Quora benzeri bir ekosistemde en fazla 2-3 paragraf hızlı gözatma için yeterlidir.
  • Kurumsal ve kişisel bir blogda 500-700 kelimelik bir post en idealidir.
  • Yazılarda, yararlanılan araştırmaları uzun anlatmak yerine referans vermek ilgi çekmek ve bağlılığı artırmada önemli bir yardımcıdır.
  • Kendi sosyal kanallarınızda çok kısa postlar kullanılmalıdır.
  • Sunumlarınızda 10-15 slayt kullanın.

 

*Campaign Turkiye, 6 Temmuz 2015
** Marketingprofs.com